Nasıl Eğitmen Olunur? (Hülya Mutlu)

Girişimci Sohbetleri’nde nasıl eğitmen olunur cevabı ile sevgili Hülya Mutlu var! Hülya’nın çok sıra dışı bir hikayesi var. Bu yazıda Hülya’nın girişimcilik serüvenine hep birlikte konuk oluyoruz. Tarık Çayır sordu sıra dışı hikayesi ile Hülya Mutlu cevapladı.

Hülya Mutlu Kimdir?

Ben kendimi bir öğrenme aşığı olarak tanımlıyorum. Hayat boyu ne öğrenciliğim bitsin ne öğretmenliğim. 1998 yılında üniversiteden mezun olur olmaz. Ben insan kaynakları alanında çalışmaya başladım. O günden beri de daima öğrenme ve öğretme döngüsü içerisindeyim. 2007 yılına kadar kurumsal yaşamdaydım, 2007 yılı itibariyle kurumsal yaşamı bıraktım.

Hala dahil olduğum emlak danışmanlık firmasının eğitim tarafında yer alıyorum. Bir dönem danışmanlık ve denetim ile ilgili konularla çalışıyordum ama son zamanlarda sadece eğitim ve kısa konuşmalar yapıyorum. Bir tane kitabım var bana yazar demek tabi yazarlara haksızlık olur ben iletişim konusunu çok önemsediğim için Tam Üstüne Bastım kitabını yazdım. İş dünyası için İletişim adı altında iki yıl önce bir kitap yayınladım.

Senin hikayen nasıl başladı?

Aslında istediğim fırsatları yakalayamadım. Yani benim için koşullar istediğim şekilde gelişmedi, sürekli yeteneklerimi israf ettim, yetkinliğimin çok altında işler yaptığımı düşünüyordum. Şu an kurumsalda çalışan pek çok insanın da bu tarz hissiyatlar, düşünceler içerisinde olduğunu tahmin edebiliyorum ve o kısır döngüden bir şekilde çıkamadım.

Elimden geleni yaptım ama en sonunda dedim ki buradan bir çıkayım eğer olmazsa geri dönerim ve hiç geri dönme ihtiyacım olmadan oradan devam ettim.

Kendi yolunu çizerken en çok nerelerde zorlandın?

En çok nerede zorlandım. Aslında insanın öncelikle kendi sesini duyması, dışarıdaki gürültüden, bazen kendi sesimizi duyamıyoruz. Çünkü ben gerçekten ne istiyorum, neye ilerlemeliyim konusunu fark etmek benim için ilk ve en zor olan adımdı. Orada ben farkında olmadan Jim Collins‘in kirpi tekniğini kullanmışım.

Şimdi bizi okuyanlara da ben o tekniği anlatayım. Çok işlevsel bir teknik. Ben gerçekten ne istiyorum sorusunun cevabını bulduğumuzda zamanımızı, emeğimizi, paramızı neye harcayacağımızla ilgili de bir iç görü kazanıyoruz. Collins diyor ki ‘yaptığınız iş gerçekten size uygun olmalı.’

Bunun içinde bize 4 sorulu bir çerçeve çiziyor ve adına kirpi modeli diyor.

Birincisi diyor ki benim yeteneğim nerede yani gerçekten yatkınlığım ne ile alakalı? Hangi konularda becerilerim var? Bu sorunun cevabı benim için kesinlikle sahnede olmak, eğitim vermek, topluluk karşısında konuşmak, yeni şeyler öğrenmekti.

İkinci soruda diyor ki; Neyi yaparken akıştayım ve zamanın nasıl geçtiğini hiç bilmiyorum. Burada da aslında tutkulu olduğumuz konuyu fark etmemiz ile ilgili bir yere dikkatimizi çekmeye çalışıyor. Yine aynı şekilde az önce verdiğim cevaplara çok paraleldir. Benim için öğrenmek, öğretmek ve sahnede olmak.

Üçüncü soruda diyor ki: Motorunu döndüren şey ne? Daha doğrusu nereden para kazanabilirsin bu yeteneğinin olduğu ve yatkın olduğunu tutkulu olduğun alan aynı zamanda para kazanmak için müsait mi?

Sorunun dördüncüsü ise, dünyanın neye ihtiyacı var? Yani senin yaptığın şey bir yerde bir fayda yaratıyor mu? Bir değer mi, birilerinin sorunlarını çözüyor mu?

Şöyle söylüyor: Bu 4 sorunun kesiştiği yer senin için hakikatin olduğu yer diyor. Ben 4 sorunun kesiştiği yeri belki de bulana kadar. Hatta kendi girişimime başladıktan sonra da bir süre danışmanlık oldu bir dönem denetim tarafında yer aldım.

Koçluk, mentörlük vs. bütün bunları bir süre insanın gözlemesi izlemesi gerekiyor. Ben bunlar içerisinde hangisini yaparken kendimi akışta var ve iyi hissediyorum. Benim için bu eğitim de sahne konuşmalarıydı yani o kısmı tespit ettikten sonrası geliyor diyebilirim.

Kurumsal hayattan girişimciliğe başladığın zaman en çok nerelerde zorlandın?

Bir kere gerçekten finansal, dengeleri yönetmek iyi bir sermayeniz yoksa başta güç olabiliyor orası benim açımdan da zorlayıcıydı. Zira 2007’de başladık 2008’de hatırlarsan bir global kriz oldu oraya denk gelmesi, ekstradan da dışsal faktörlerin de zorlayıcı olması gibi bir sonucu getirdi.

Dolayısıyla neredeyse 2.5 – 3 yıl kadar o konu benim açımdan zorlayıcı oldu, dolayısıyla kendi işini yapacak olan kişilere ben önceden çok iyi planlamalar yapmalarını çok öneriyorum. Onun dışında doğru insanlara ulaşmak ve kendini doğru ifade etmek kısmı ile ilgili keşifler yapmak durumunda kaldım. Ne zaman ki sosyal medyanın ve içerik üretmenin gücünü fark ettim benim için aslında işler ondan sonra daha bir kolaylaştı diyebilirim.

Türkiye’de eğitmen olmak ile ilgili neler düşünüyorsun?

Bir hocamızın yorumu vardı. Onu paylaşmak istiyorum. Şöyle söylerdi: “Türkiye’de sıklıkla bir konuyu hiç bilmeyenler konunun eğitimini verir. Biraz bilen de kitabını yazar” derdi.

Tabi bu çerçevede olmayan çok sayıda insan var. Eğitim sektöründe başarılı olmak, fark yaratmak istiyorsanız bunun dışında olmanız gerekiyor ve Türkiye’de eğitim verebilecek çok değerli insanlar var. Halihazırda veren de aynı şekilde. Ben alanının hala yeni yetenekler için oldukça uygun olduğunu düşünüyorum.

Türkiye’de eğitmen olmaya nereden başlanır?

Bir kere amacı keşfetmek çok önemlidir. Önce insanın amacını keşfetmesi gerekiyor. Nerede derinleşeceğini, hangi konularda konuşacağını tespit etmesi gerekiyor? Yine yetenek dediğimiz kısım da ben sahnede konuşmanın etkili bir hikaye anlatıcısı olmanın bir miktar varoluşsal bir yetenek olduğuna inanmakla beraber çok geliştirilebilir olduğuna da inanıyorum.

Oradan başlamak yani sahnede iyi konuşuyor muyum? Ya da İngilizce de güzel bir tabir var. Super learner olmak. Ben gerçek bir super learner mıyım? Çünkü eğitmenlik gerçek anlamda öğrenme çevikliği dediğimiz yetkinliğin varoluşsal olarak o kişide olmasını gerektiren bir şey artık insanların bilgiye ulaşması, hakikaten çok kolay ve katılımcı bir sınıfa ya da işte online bir platforma geldiğinde sığ bir bilgi ile derinliği olmayan yaklaşımlarla gittiğinizde alacağınız ilk geri bildirim biz zaten bunları biliyorduk olabiliyor.

Dolayısıyla eğitim alanında ilerlemek için hakikaten sürekli öğrenmek günceli takip etmek ve onu da işte o hikaye anlatıcılığı özelliğini iyi kullanarak çok etkileyici ve güzel bir dilde anlatmak çok önemli diye düşünüyorum. Becerileri geliştirmek mühim.

Türkiye’de konuşmacı olmaya nereden başlanır?

Bence Türkiye’de de dünyada da önce kendi markalaşmanı halletmen gerekiyor. Çünkü bu eğitimden biraz daha farklı ve o markalaşma sürecinde de kişisel bütünlük çok önemli. Anlattığım sahnede konuştuğu konuları içselleştirmiş olman. Anlattıklarınla yaşam tarzının birbirine paralel olmasının da çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Bir fark yaratıyor olman gerekli. Herkes sahnede bir şeyler anlatıyor. Muhteşem bir hikaye anlatıcısı olmak gerekiyor. Varoluşsal belagat yeteneğinin bunun için çok ama çok önemli olduğunu düşünüyorum.

İlham verici olmak seni dinleyenlerin paradigmasını değiştirecek mesajlar verebilmek sahnede biraz da bence eğlenceli olmakta çok önemli. Yani 20 dakika ya da 30 dakika içerisinde çok güçlü mesajlar vermek hakikaten zor. Çünkü sahnede rafine bir konuşma yapman gerek ama çok güçlü bir kaç tane mesaj vermen gerekiyor.

Steve Jobs’ın bir sözü var diyor ki “Gerçekten bir şeyi basit ve sade yapmak onu daha zor yapmaktan daha zor bir şey.” Sahne konuşmaları meselesini de ben böyle ele alıyorum. Kısa sürede güçlü ve iyi konuşmalar yapmak için çok emek vermek, çok iyi hazırlanmak, çok donanımlı olmak gerekiyor. Çok zahmetli bir yolculuk ama çok da keyifli bir iş bence.

Bir de tabii keynote olabilmek için içerik üretiminde de yine bütünsel bir yaklaşım olması gerekiyor. Bir kitap olması sonra düzenli olarak özellikle izlenebilir, dinlenebilir videolar ve podcastler. Bu tarz içerikler üretmen gerekiyor bence keynote’ta katılımcı senin müşterin onlar senin adına çok zikrettiklerinde organizasyonu yapan sponsoru ya da etkinlik firması seni davet ediyor. Bunun içinde çoklu kanallardan defaatle ulaşmış olmam ve etkili olman gerekiyor.

Arabada giderken podcastini dinlemeleri, evde bir YouTube videonu açıp izlemeleri, blogundan bir yazı okumaları, bir yerde kitabını görüp satın almaları ya da bir şekilde birinin senin kitabını tavsiye etmesi gibi konuların eş zamanlı olarak bir potada erimesi gerekiyor. Aslında daha çok görünür olmak gerekiyor.

Görünür olmanın avantajlarıyla ilgili neler söylemek istersin?

Ben Amerikalılar’a isnad edilen bir söz var. “Content is King” diye buna çok inanıyorum. Gerçekten içerik o kadar etkili bir şey ki sen doğru mecralara o mecraların senden istediği şeyleri verirsen, o mecralarda sana senin ihtiyaç duyduğun şeyi veriyorlar. Ve bu da eğer bir girişimci isen tabi ki müşteriye ulaşmak bir bağ kurmak oluyor.

Şimdi Türkiye’de bundan 10 sene öncesinde kuvvetle muhtemel dünyada da böyleydi. Gerçekten konvansiyonel ağlar çok önemliydi. İşte Tarık şuna senin vasıtanla ulaşabilir miyim vs. Bu çok zahmetli bir yolculuktu ve sonuç almak da çok kolay olmuyordu. Ama şimdi çok büyük bir adalet var. Sen bir içerik üretiyorsun, doğru kişi onu görüyor ve senin ona gitmene gerek kalmıyor.

O sana geliyor. Çok güçlü bir başlangıç tabii. Sen de bir içerik üreticisisin benimle aynı fikirde olacağını tahmin ediyorum. Gerçekten çok emek isteyen bir şey. Çok vakit ayırmak lazım ve sürdürülebilirliği…

Bizde şey çok hızlı başlıyor insanlar. Mesela birkaç tane içerik ne oldu kimse gelmedi kimse beni aramadı. Bu bir matematik kümülatif olarak artıyor ve olasılık teorisinden de baktığında çok yapacaksın ki o olasılıklar arasından..

Mesela senden 10 kişi belki teklif istiyor, o 2 ya da 3 tanesi işe dönüyor. 10 tanesinin teklif istemesi için senin belki yüzlerce içerik oluşturman gerekiyor. O içeriklerin de rafine ve kullanıcı dostu okuyanın fayda elde edeceği şekilde hazırlanmış olması gerekiyor. Orada bence sebat etmek çok önemli. Gelmese de zevk almak.

En önemli şeylerden bir tanesi de bir beklentiye girmemek gerekiyor. Örneğin bizim insan kaynakları blogerları çok güzel içerikler üretmeye başladılar ve bu neredeyse 2 – 3 yılı kapsadı sonra aniden çok fazla sayıda bir kesim, bir daha içerik üretmemeye başladılar.

Şey çok önemli bir şeyi gerçekten akışta yapmak, zevk aldığın için yapmak. O zaman o sana kazanç da getiriyor ama oradan hemen bir kazanç elde etmeyi beklersen. Kısa vadede böyle şeyler olmuyor. Yani hayatta emek vermek, çaba göstermek çok önemli. Bunu bazen çok uzun zaman yapman gerekiyor. Sonrasından da karşılığını alabilesin evet ve karşılığı mutlaka geliyor.

Senin kırılma noktan tam olarak nasıl oldu?

İlk sahneye çıktığım zamanlardan itibaren çok olumlu geri bildirimler aldım. 2 kırılmadan bahsedebilirim.

Bir tanesi ilk başladığım 2007 yılında bir arkadaşımız böyle hasta olmuştu ve ben onun yanında eğitimlere gidiyordum. Birkaç eğitim sonrasında o hafta sonu hastalanınca firmada eğitimi iptal etmek istememişti. Benim vermemi kabul ettiler ve ben o eğitimi verdiğimde kendimi çok iyi hissetmiştim. Yani derler bu sahnede devleşme adeta öyle hissettim ve inanılmaz da keyif aldım. Bir orada fark ettim.

İkincisi de aslında 2011 yılında bizim yine sektörden bir abimiz bana bir teklifle gelmişti. İşte Danimarka’da bir program var, İngilizce eğitim verebilir misin diye. Bende aynı zamanda İngiltere’de de yaşıyorum o aradığı zamanda da İngiltere’deydim. Daha önce hiç ingilizce dilinde eğitim vermemiştim ama kabul ettim. Danimarka’ya gittim. Tabi sınıf bir geldi. Kuzey Avrupalıların iyi İngilizce konuştuğunu ben daha önce de pek çok kişiden duymuştum. İngiltere’de tanıdığım insanlarda da şahit olmuştum ama salona bir gittim gerçekten native spiker’dan hiçbir farkı olmayan bir katılımcı kitlesi var.

Bir liderlik gelişim programı 4 günlük bir program. Bir anda böyle kendimi ben bu dört günü nasıl geçireceğim, nasıl olacak derken buldum. Ama orada da 4 gün boyunca son derece akışta ve güzel bir şekilde programı tamamlayınca. Ben döndüm kendime evet ben dünyanın her yerinde bu işi yapabilirim. O benim için özellikle çok böyle bir validasyon noktasıydı diyebilirim.

Üçüncüsü ise belki bu soruyu sonra soracaksın ama 5 yıl önce mizah da farkındalık penceresinden ben anlatmaya başladım konuları ve bunu yaparken de aslında öncesinde de çok düşündüğüm bir şey. Daha bir konfor alanı vardı. Baktım içerik üreticilerinin bir kısmı konuları mizah perspektifinden ele alıyorlar ve insanlar bundan keyif alıyor. O insanların yaklaşımı beni çok cesaretlendirdi.

Bir gün çalışma masamda otururken ya dedim bir tane böyle video çekip LinkedIn’e yüklesem ne olur benim çünkü ağırlıklı olarak takipçilerimin olduğu platform orası denemeye değer dedim. En kötü çok böyle olumsuz tepkiler gelirse silerim. Yükledim ben ve inanamadım böyle hemen çok kısa bir süre içerisinde 4.000 – 5.000 – 10.000 – 20.000 kişinin izlediği bir şey oldu.

40 saniyelik bir videoydu ve ben orada şunu fark ettim ki didaktik anlatımlardan klişelerden insanları fena halde sıkılmışlar ve mizah perspektifinden olaylara bakmak, olayla ilgili hem duygu hem düşünceyi harekete geçirdiği için çok öğretici de olabiliyor.

Sonra ben işte belirli periyotlar da aklıma geldikçe kalem diyerek küçük skeçler yazdım. Kendim oynadım, çeşitli platformlarda paylaştım o da benim için üçüncü kırılma noktası olarak yani mesleki anlamda eğitmenlik de alakalı anlatabileceğim bir noktadır diyebilirim.

Aktif olarak hala üretmeye devam ediyor musun?

Üretmeye çalışıyorum ama çok yoğun ürettiğimi söyleyemeyeceğim. Çünkü çok enteresan gerçekten o farklı bir hal. O hale geçmen gerekiyor. Bir anda aklına geliyor kalem diyorsun da ben şöyle yazdığım gibi o dakikada da hemen oynuyorum. Sıcağa sıcağına çekiyorum.

Çünkü o heyecan geçtiğinde şöyle oluyor: Yok ya bu güzel değil falan diyorum. Sonra yaparım deyince o iş olmuyor. O halin gelmesi gerekiyor son zamanlarda biraz ülke gündemi vs. falan filan derken o hal sık sık gelmiyor ama mutlaka ara ara yine tetikliyor.

Gece uyurken bir anda aklına gelen fikri, yataktan kalkıp çektiğin oldu mu?

Yok öyle olmadı. Ama şöyle olduğu oldu bir gün yolda aklıma o kadar güzel bir şey geldi ki Beyoğlu’ndayım hatta hiç unutma hemen bir kapının kenarına oturdum. Açtım böyle videoyu çektim ve ondan sonra 15 dakika sonra falan da yükledim ya inanamazsın o kadar çok etkileşim aldı ki o bu spontanlık çok karşılık görüyor. Aslında anlık böyle bir ilham geliyor ve onu o enerji ile onu çekiyorum.

Girişimcilik hikayende çıkardığın dersler nelerdir?

Burada birkaç şey söyleyebilirim. Birincisi belki kitap yazmam da bu konuyla ilgili oldu. Ben anladım ki başarı formülünün en önemli tek bileşeni insanlarla iyi geçinmeyi bilmek. İletişime yapılan yatırımın çok ama çok önemli olduğunu düşünüyorum. Teknik yeterliliğin olmadığı yerde hiç şüphesiz güven bunalımı oluyor. Ama ilişki yeterlilikleri ile desteklenmeyen. Teknik yeterlilik bizi kesinlikle özellikle girişimcilik yolculuğunda asla ilerletmiyor.

İkincisi benim şiar edindiğim bir formülüm var. 3U formülü diyorum. Formu şöyle uzatma, uzlaş, unut. Uzlaşı iş dünyasında ve özel hayatta çok önemli. Bütün paydaşlarla nasıl uzlaşabilirim şeklinde bakmaya çalışıyorum. Sonra bilişsel çarpıtmaların kurbanı olmamak için yine koçluk’ta da kullandığımız bir formülü kendime bir yaşam dersi olarak hep bir kenara koyarım.

O da zannetme, farz etme, sor. Çünkü varsayım merdivenine çıkmak, düşünceleri çarpıtmak, çarpıtılmış düşüncelerden, çarpıtılmış duygular üretmek ve sonra onlara kapılmak, hayatı kendin için de hayatı paylaştığı diğer insanlar içinde çok zor bir yer haline getirebiliyor.

Buda benim için önemli bir ders ve bir de mesela arkadaşlara yatırım tavsiyesinde bulunabilirim bu yatırım tavsiyesi 4 tane kağıt. Psikolojik sermayeye yatırım yapmanın çok önemli olduğunu gördüm. Onunda 4 bileşeni var. Öz yeterlilik, umut, iyimserlik, duygusal dayanıklılık. Kendi hayatımda da bunlara yatırım yapmaya çok gayret ediyorum.

Sonra bir başka ders insanın kendi hayatının anayasasını çıkarması, kendi değerlerini ve yaşam amacını bulması çok önemli. Onları onurlandıran bir hayat sürmek üzere yaşadığımız da gerçekten yaşamdan çok mutmain oluyoruz. Ve yeryüzünün daha iyi bir yer olması içinde bir hizmetkar oluyoruz. İyi işlerin memuru oluyoruz. Bu benim için önemli bir ders değerlerini ve yaşam amacını fark etmek. Birde başkalarının gelişimine katkıda bulunmak üzere benim mesleğim ama bu videoyu izleyen herkesin bence bunu şiar edinmesi gerekiyor.

Victor Hugo’nun bir sözü var diyor ki; “Kendi ışığına güvenen, başkalarının parlamasından korkmaz.’ Hayatta gerçekten amaç edinmemiz gereken şeylerden birisi. Bir şekilde temas halinde olduğumuz yörüngesinde olduğumuz insanların gelişmesini sağlamak, hayatlarına olumlu katkılar bırakmaya çalışmak. Bunu da ben bir yaşam dersi olarak kendi haneme yazdım.

Bir keşken var mı? Zamanda bir yolculuk yapmış olsaydın hayatında neyi değiştirirdin?

Kendi içimi derleyip toplama, kendi duygularını fark etme, kendi düşünce sistematiğini kavrama konusunda daha erken yaşlarda bunu görmüş olmayı çok arzu ederdim. Keşke demeyeyim de daha erken olsa sanki daha iyi olurdu gibi.

Ama bir yandan da bununla çelişkili olarak her şeyin bir vakti eğer hiç şüphesiz bu biraz daha erken olsa iyi mi olurdu, kötü mü olurdu. Bazen de her şeyi merkezinde bırakmak gerekiyor. Belki de olması gerektiği zamanda ve olması gerektiği şekilde oldu. Çok keşkeleri olan birisi değilim.

O zaman şöyle sorayım zamanda yolculuk yaptın ve 24 yaşındaki Hülya’yı tam diplomayı aldığın gün yakaladın ve gözlerinin içine bakarak ne söylerdin?

Daha az üzül, daha az kaygılan her şey olacağına varır Hülyacım derdim.

Çaycı mısın yoksa kahveci mi?

İkisini de çok severim ama kahve diyelim onu da sınırlı tüketebiliyorum. Bana biraz dokunuyor.

Eklemek veya bahsetmek istediğin bir konu var mı?

Evet. Son olarak bir döngüden bahsetmek isterim. Hayalle başlayan bir döngü. Ben hayalin bir niyet olduğunu düşünüyorum ve niyetinde masumiyetine çok inanıyorum. Düş kurmaktan, hayal kurmaktan asla vazgeçmeyin. Çünkü bir hayal kurduğunuzda niyetin olduğu yerde atalet gidiyor.

Ataletin gittiği yere bir hareket ve cesaret geliyor. Hareketin, cesaretin geldiği yere bereket de geliyor. Onların geldiği yerde bir hale geliyoruz ki o hali feraset ve basiret olarak tanımlıyoruz. Yani her şey niyetle başlıyor. Niyetin masumiyetine inanın ve düş kurun.